4 Ağustos 2010 Çarşamba

BULUTLARDAN DA ÖZGÜR...


O anı durdurmayı ancak bu kadar başardım. Günün birinde kalkıp hayalini kurduğum tatili gerçekleştiriyordum İtalya’da.. Bir grup arkadaşım,küçük  valizim ve fotoğraf makinamla ayakkabılarımın konforunun belirlediği kalitede, kendimi Capri’de buluyorum...
İstanbul’daki denizotobüsleri formatında Napoli’den kalkan bir tekneyle yaklaşık yarım saatlik bir yolculukla varıyorum adaya.. Beklediğimden çok daha mütevazi bir liman karşılıyor beni..Küçük tekneler,adayı gezmek için kiralayabileceğiniz antika üstü açık arabalar ve adalı insanların turistleri az da olsa yadırgayan bakışları altında tekneden iniyorum. Hem Karadenizli hem de balkan kökenli bir ailenin çocuğu olarak insanların soğuk bakışlarını da bir o kadar  yadırgıyorum aslında..Adada yürümeye başladıkça,limon ağaçlarının gölgelerine sığınıp hoş sohbetlerine devam eden insanları,hediyelik eşya satan dükkanları(adanın sandaletleri ve mercanı çok meşhur bunun yanında Limoncello adındaki likörü de yeni tadları denemek isteyenler için hoş bir alternatif olabilir.)görüyor.Bir yandan da kendi kendime acaba nasıl bir plan yapsam da adayı en iyi şekilde gezsem diye soruyorum.

Nisan ayı, hava ısınmış olsa da deniz çok sıcak değil, kendimi denize atıp atmamak arasında kalıyorum..Sahilde bir yürüyüş ve ufak tefek atıştırmadan sonra adayı gezdiren yaklaşık 20 euro civarında bir tekne turu ile adanın tüm koylarını geziyorum.. Ege ve neredeyse akdeniz kıyılarını gezmeyi tamamlamış biri olarak da ahh memleketim demeye başlıyorum. Neden mi? Kıymet bilmezliğimiz yüzünden gittikçe bozulan kıyılarımız geliyor gözümün önüne, bizim neyimiz eksik de böyle tanıtamıyoruz bizi diyorum kıskanç kıskaç kendi kendime..
Tekne turunu tamamladıktan sonra iç sesim bana hadi artık adanın manzarasına bakmanın vakti geldi diyor..Acaba Capri’yi Capri yapan şeyler adanın tepesinde mi ?
Daracık ve yol çalışması yüzünden kazılıp üstüne tahtalar örtülmüş dar ve dik sokaklardan yukarıya çıkmaya başlıyorum. Sıcak ve yolların bozuk oluşu canımı sıkıyor ama yukarıya çıkarken gördüğüm evler,heykeller,birbirinden güzel bahçeler ve limon ağaçları yukarıda beni bekleyen güzel bişiylerin olduğunu hissettiriyor bana..



Daracık sokaklar bittiğinde bir meydana varıyorum ve gerçekten şaşırtıcı bir manzara, adanın tepesinde sadece bir kilise beklerken aslında adanın yerleşim yerinin adanın sahili değil bu bölgesi olduğunu öğreniyorum. Tod’s,La perla vb. dünya markalarının mağazalarının olduğu bir avluda, limoncello satan dükkanlar ve birkaç restoranın olduğunu görüyorum.  Bu sırada arkadaşımın yönlendirmesi ile biraz ilerliyorum meydanda, onlar vitrinlere bakmaya başlamışken işte o an gerçekleşiyor benim için ve donup kalıyorum! 
İşte bu diyorum kendi kendime..Havanın pusu yüzünden ilk bakışımda fark etmediğim,
ufuk çizgisine yakın bir noktada beliren yelkenli, bana nerede olduğumu hatırlatıyor.. İşte ‘o anda’ özgürüm, bulutların da tepesinde, akdenizde bir adada...Yaşadığım topraklarda bu duyguyu hissetmediğimi fark etmenin şaşkınlığı ile yalnız başıma izliyorum denizi, o sırada gökyüzü ile deniz birleşiyor gözümün önünde, huzurlu hem de hiç olmadığım kadar güvende hissederek kendimi..Yaklaşık beş dakika süren bu tuaf histen arkadaşımın fotoğrafımı çekmesi ile sıyrılıyorum, ardından dönüş programından bahsedeceğimiz konuşma başlıyor ama ben o anda kalmaya direniyorum, yerimden kıpırdamadığımı fark ettiğimde  vücudumun da direndiğini hissediyorum ayrılmaya  aslında..

İşte o anda kalışın fotoğrafı bu gördüğünüz, umarım siz de kendi hikayenizle gider, birbirinden keyifli anılarla dönersiniz ülkenize, bulutların üstünden, onlardan daha özgür..

Kübra Behen

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder