7 Aralık 2011 Çarşamba

Cheese diyin!!!



Zorluyorsun gözlerini ama açılmıyor, kokuyu alıyor,sesleri duyuyor hatta o an nerede olduğunu anlayabilmek için dokunuyorsun etrafına.. Bir daha deniyorsun ama gözlerin açılmıyor. Karanlık..

Hiç düşündünüz mü kör olursam en son ne görmek isterim diye?


Onlar da düşünmedi tabi ki... Hayatlarında, kiminin hiç görmek istemediği bir an, kiminin hayatının sonuna kadar görmek istediği an zihinlerinde en son gördüğü kare olarak kalmış. Kimi geçirdiği bir kaza sonucunda, kimi genetik mirası sonucu yaşadığı bir travma’da kimi de zaman içerisinde oluşan rahatsızlık sebebiyle kaybetmiş gözlerini, hepsinin hayatlarındaki o son kare unutulmaz olmuş onlar için ama mutlu ama acı dolu!
Sophie Calle ‘Son kez, ilk kez’ de öyle birşey yapmış ki insan kendi kendine sormadan duramıyor.

‘Ya güne gözlerim kapalı uyanırsam ne yaparım’ diye..

O an işte sorgulamaya başlıyorsun.Hafızanda görerek deneyimlediğin onca şeyi bundan sonra görmek istediklerinle kıyaslıyorsun. Hani ölmeden önce yapılacak 100 şey gibi kitaplar vardır ya aynen onun gibi bir dönüm noktası oluyor içinde bulunduğun bu sergi o anda, düşünmeden aklına gelen görülmesi gerekenler listesi oluşuyor zihninde.. Daha okuyacak kitap listelerim, çekilecek fotoğraf karelerim hatta yazacak onca sayfa yazı varken hiçbir anı ertelemeden ilerlemek istiyor insan! Keşkeleri geride bırakıp, her anın fotoğrafını çeker gibi yaşamak aslında, hani fotoğrafı çektirirken o anı en güzel haliyle hatırlamak için özenle çekilir ya o fotoğraf keyifle hatırlayım o günleri denir ya ve de yıllar boyu baktıkça öyle hatırlanır ya içten içe işte aynen öyle..

Kocaman bir ‘cheese’ diyerek yaşamalı şu hayatta belki de.. Gözlerinle kaydettiğin anları, insanların gözlerinin taa içlerine bakarak yaşamalı, kaybetmeden..


Bu kare'de o sergiden zihnimde kalanların sadece bir' inden..

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Kırık kalpli ruhların ayağına topuklu yakışıyor..

Bedenin yükünü ayaklar taşır diye başlayan bir yazısı vardır Can Dündar'ın.. Bedenle birlikte ruhun ağırlığını da taşıyor bence ayakkabılar..


Sadece modanın söylediğini giymiyoruz çoğu zaman modumuzun söylediğini giyiyoruz.
Aslında yaptığımız makyajın ruh halimizi yansıttığı gibi bişiy bu..seçtiğimiz ayakkabı da kimi zaman dişiliği kimi zaman içimizdeki çocuksuluğu kimi zaman da özgür ruhumuzundan bir parça yansıtıyor..


Kalbimin kırıklarını toparlarken gördüğüm, üstesinden gelinmesi hedeflenmiş bir dönem içerisindeyken yapılan seçimin çoğunlukla topuklu ayakkabıdan ( hatta tercihin yüksek ökçeli modelden) yana olduğu..İçindeki dişiyi daha da dışarı çıkarma çabası mı salına salına yürümenin insanı kendini iyi hissettirmesimi henüz  keşfedebilmiş değilim ama sanki kırık kalpli ruhların ayağına topuklu yakışıyor..


_______________________________________________________________________________




Bunlarda benim beğendiğim yüksek ökçeler ----------- 2011 Sonbahar / Kış























1 Eylül 2010 Çarşamba

Kaş için...




Tasarım sürecinde bulduğum birkaç zihin açıcı 


Sürekli takip ettiğim, endüstri ürünleri tasarım ürünleri,iç mimari örnekleri,paket ve grafik tasarım çalışmalarının içinde olduğu birçok kişinin kullanımına açık(facebook'un bir nevi görsel boyutu diyebiliriz.) her gün yeni üye ve fotoğraf örnekleri ile büyüyen bir site! 

www.ffffound.com





Takip ettikçe birçok tasarım dergisinde bulamadığınız örnekleri,yeni ve niş işler çıkartan tasarımcıların örneklerini inceleyebiliyorsunuz.Burdaki imajlar o siteden daha bir klasör dolusu imaj var elimde aslında ama günün zihin açıcısı olarak seçtiklerimi sizlerle paylaşmak istedim. Umarım sizler de beğenirsiniz.




di mi ama :)





Alt tarafı bir yastık diyoruz ama çok detaylarıyla espriyi yakalamak ve yansıtmak böyle birşey aslında, yanındaki yüksek camların etkisi ile dingin ve hoş duran oda da çok keyifli gözüküyor.


Merdiven tasarımına çok hoş bir bakışaçısı


Bir lavabo bu kadar şık ve doğal durabilir


Hokus pokus masa! Dergileri düzenlemek için çok iyi fikir




Resimleri biraz abartsalar ve masayı küçük yapsalar da keyifli duruyor.



Zekice




Bu kartı uygulamalı,tatil yörelerine uygun duruyor bu fikirden hareketle neler çıkar neler 





çok başarılı

30 Ağustos 2010 Pazartesi

KAŞ K AŞK AŞ ... İçinde aşk var


Bir orayı bir burayı kurcalayan  BEN


Türkiye'de çocukluğumdan beri her yaz tatile çıkarım ... Havuz değil! Deniz tatili olmalı gittiğimiz tatil, çocukluğumda babamın bana aldığı palet ve gözlük sayesinde böyle düşünmeye başladım belki de... O tuzlu sular beni hep kendime getirir. Sinemada da yeniden doğum, denize atlayarak temsil edilir. Aynı o sahnedeki gibi yeniden doğdum ben bu yaz Kaşta!


Likya'nın batık şehri(dalış yasak malesef)
Samimi,sıcak,modern,kendi halinde,sıcak ama bunaltmayan,dingin,huzurlu,özgün ve tanımlayamıyacağım, ancak orada zaman geçirdiğinizde kendi deneyimlerinizle tanımlayacağınız nadide güzellikte şirin mi şirin bi lokmacık yer! 


Limanağzından dönerken
Nüfusu 6900 kişi, İstanbul'dan sonra o kadar iyi geliyor ki insana... Tarihi, doğası ve yapılan yeni çarşısı ve lezziz lokantaları da cabası! Kaş'la bir bağlantım olacak artık, buna inanıyorum. Birşeyler tasarlıycam,satıcam her yaz tatile gidicem oraya... İlk önce dalmayı,sonra kaptan olmayı sonra da uçmayı öğrenicem... 


Bu da kaptan olunca alacağım tekne :)
İnsana hayatın aslında ne kadar güzel, keyifle yaşanılası yer olduğunu hatırlatan yer, Kaş! Kaş ard arda yazılınca aşk çıkıyor içinden..Sürekli gittikçe aşka, tutkuya dönüşecek bir yer..


Mutlaka gidin, bir kere gidince zaten bir daha ne zaman gideceğinizi düşüneceksiniz..


Bilal'in yerinden Limanağzı

Living Curious - National Geography - PERFECT!!




If you are, you breathe.
If you breathe, you talk.
If you talk, you ask.
If you ask, you think.
If you think, you search.
If you search, you experience.
If you experience, you learn.
If you learn, you grow.
If you grow, you wish.
If you wish, you find.
And if you find you doubt.
If you doubt, you question.
If you question, you understand.
If you understand, you know.
And if you know, you want to know more.
And if you want to know more, you are alive.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

BULUTLARDAN DA ÖZGÜR...


O anı durdurmayı ancak bu kadar başardım. Günün birinde kalkıp hayalini kurduğum tatili gerçekleştiriyordum İtalya’da.. Bir grup arkadaşım,küçük  valizim ve fotoğraf makinamla ayakkabılarımın konforunun belirlediği kalitede, kendimi Capri’de buluyorum...
İstanbul’daki denizotobüsleri formatında Napoli’den kalkan bir tekneyle yaklaşık yarım saatlik bir yolculukla varıyorum adaya.. Beklediğimden çok daha mütevazi bir liman karşılıyor beni..Küçük tekneler,adayı gezmek için kiralayabileceğiniz antika üstü açık arabalar ve adalı insanların turistleri az da olsa yadırgayan bakışları altında tekneden iniyorum. Hem Karadenizli hem de balkan kökenli bir ailenin çocuğu olarak insanların soğuk bakışlarını da bir o kadar  yadırgıyorum aslında..Adada yürümeye başladıkça,limon ağaçlarının gölgelerine sığınıp hoş sohbetlerine devam eden insanları,hediyelik eşya satan dükkanları(adanın sandaletleri ve mercanı çok meşhur bunun yanında Limoncello adındaki likörü de yeni tadları denemek isteyenler için hoş bir alternatif olabilir.)görüyor.Bir yandan da kendi kendime acaba nasıl bir plan yapsam da adayı en iyi şekilde gezsem diye soruyorum.

Nisan ayı, hava ısınmış olsa da deniz çok sıcak değil, kendimi denize atıp atmamak arasında kalıyorum..Sahilde bir yürüyüş ve ufak tefek atıştırmadan sonra adayı gezdiren yaklaşık 20 euro civarında bir tekne turu ile adanın tüm koylarını geziyorum.. Ege ve neredeyse akdeniz kıyılarını gezmeyi tamamlamış biri olarak da ahh memleketim demeye başlıyorum. Neden mi? Kıymet bilmezliğimiz yüzünden gittikçe bozulan kıyılarımız geliyor gözümün önüne, bizim neyimiz eksik de böyle tanıtamıyoruz bizi diyorum kıskanç kıskaç kendi kendime..
Tekne turunu tamamladıktan sonra iç sesim bana hadi artık adanın manzarasına bakmanın vakti geldi diyor..Acaba Capri’yi Capri yapan şeyler adanın tepesinde mi ?
Daracık ve yol çalışması yüzünden kazılıp üstüne tahtalar örtülmüş dar ve dik sokaklardan yukarıya çıkmaya başlıyorum. Sıcak ve yolların bozuk oluşu canımı sıkıyor ama yukarıya çıkarken gördüğüm evler,heykeller,birbirinden güzel bahçeler ve limon ağaçları yukarıda beni bekleyen güzel bişiylerin olduğunu hissettiriyor bana..



Daracık sokaklar bittiğinde bir meydana varıyorum ve gerçekten şaşırtıcı bir manzara, adanın tepesinde sadece bir kilise beklerken aslında adanın yerleşim yerinin adanın sahili değil bu bölgesi olduğunu öğreniyorum. Tod’s,La perla vb. dünya markalarının mağazalarının olduğu bir avluda, limoncello satan dükkanlar ve birkaç restoranın olduğunu görüyorum.  Bu sırada arkadaşımın yönlendirmesi ile biraz ilerliyorum meydanda, onlar vitrinlere bakmaya başlamışken işte o an gerçekleşiyor benim için ve donup kalıyorum! 
İşte bu diyorum kendi kendime..Havanın pusu yüzünden ilk bakışımda fark etmediğim,
ufuk çizgisine yakın bir noktada beliren yelkenli, bana nerede olduğumu hatırlatıyor.. İşte ‘o anda’ özgürüm, bulutların da tepesinde, akdenizde bir adada...Yaşadığım topraklarda bu duyguyu hissetmediğimi fark etmenin şaşkınlığı ile yalnız başıma izliyorum denizi, o sırada gökyüzü ile deniz birleşiyor gözümün önünde, huzurlu hem de hiç olmadığım kadar güvende hissederek kendimi..Yaklaşık beş dakika süren bu tuaf histen arkadaşımın fotoğrafımı çekmesi ile sıyrılıyorum, ardından dönüş programından bahsedeceğimiz konuşma başlıyor ama ben o anda kalmaya direniyorum, yerimden kıpırdamadığımı fark ettiğimde  vücudumun da direndiğini hissediyorum ayrılmaya  aslında..

İşte o anda kalışın fotoğrafı bu gördüğünüz, umarım siz de kendi hikayenizle gider, birbirinden keyifli anılarla dönersiniz ülkenize, bulutların üstünden, onlardan daha özgür..

Kübra Behen

1 Ağustos 2010 Pazar

70'ler le %70 ler..

Modanın 70 lerde gezinmesinin hoşluğu ile bakındığım %70 yazıları ile dolu vitrinlerde gördüğüm, insanların indirimden ne kadar kılık toparlarım çabasından fazlası değil..
Malum insanımız alışveriş yaparken yönlendirilmekten çok sonuca odaklanıp bir o kadar da karlı ( daha az paraya daha çok kıyafet mantığı ki bu hiç de akıllı bir metod değil) alışveriş yapma peşinde olduğundan, düzgün giyinemeyen, seçtiği renkleri birbiriyle uyduramayan insanları görüyoruz hala..
Aslında bu indirim dönemini biraz fotoğraflamalıyım diye de düşünüyorum..İnsanların birbirlerinin elinden neleri kaptığını, nasıl bir zevkle karlı çıktıklarını sanmalarını görüntülemek keyifli olabilir..
İstanbul gibi kocaman ve kozmopolit bir şehirde onlarca sergi ve tekstille ilgili firmanın olduğuı mağaza varken insanları bu konuda bilinçlendirebilmek için bir adım atılması gerekiyor. Bu sıralar ¨adamım¨ dediğim Hussein Chalayan'nın sergisi var mesela, İstanbul dışında olmam sebebiyle açılışına katılamadığım, bu hafta içindeki gezinti planlarım içinde yeri olan bu serginin insanların bu konudaki beğenilerini şekillendirmek için faydalı olacağını inanıyorum.





http://www.istanbulmodern.org/tr/f_index.html  background daki imaj da sergiden..ne kadar Niş ve ezber bozan duruyor değil mi? Gidin,görün ve hatta bu adamı ve işlerini hayatınıza ekleyin!